Postoperatif Analjezide Morfin Kullanımı-II

Postoperatif Bakım Ünitesinde Opioid Kullanımı

Ameliyatı takiben erken postoperatif ağrı tedavisinde opioid kullanımı önerilmektedir. Bu amaçla 0.5 mg’lık iv morfin bolusları yapılarak ağrı geçene dek ilaç titre edilebilir. Burada önemli olan ilk dozun etkisi devam ederken uygulanacak ek morfinin doze edilmesidir. Bir başka önemli konu da postoperatif bakım ünitesindeki (POBÜ) morfin gereksinimini etkileyen faktörlerdir. Non-kardiyak cerrahi girişim geçirmiş hastalarda yapılmış bir çalışmada etnisite (Kafkas ırkı), acil cerrahi, majör ameliyat, 100 dak’ı geçen cerrahi süresi, POBÜ’e girişteki ağrı şiddeti (orta-ciddi) erken postoperatif morfin gereksiniminin bağımsız faktörleri olarak saptanmıştır. Uyanık hastalarda VAS veya nümerik ağrı skalası ile ağrı değerlendirilebilir. VAS skoru 30 mm veya altında ise ağrı tedavi edilmiş olarak kabul edilir. Ağrı şiddeti 30 mm’e ulaştığında morfin kısa aralıklarla (5 dak) ve üst limit konmaksızın titre edilerek VAS değerinin düşmesi sağlanır. Uyuyan hastalarda hasta uyandırılmaya çalışılmamalı ve ağrısız veya morfine bağlı sedasyon altında olarak değerlendirilmelidir. Hasta sedatize olduğunda (Ramsay skoru 2), solunum sayısı 12’nin altına düştüğünde, oksijen satürasyonu %95 olduğunda veya yan etki (allerji, hipotansiyon, ciddi kusma) ortaya çıktığında morfin titrasyonunun sonlandırılması kullanılan protokolde belirtilmelidir. Titrasyon protokolü uygulaması hastaların %98’inde ağrı tedavisi sağlarken ciddi yan etki sıklığının da %0.1 gibi düşük rakamlara inmesini sağlayabilir. Küçük morfin dozları muhtemelen ağrı tedavi süresini uzatmakla beraber, morfin birikimine bağlı yan etkileri minimalize etmektedir.

Ağrı Skorları ve Morfin Gereksinimi

POBÜ’e girişteki ağrı şiddeti yüksek hastaların daha fazla morfin doz artışlarına gereksinim duymaktadır. Geniş hasta grubuna sahip bir çalışma ortalama doz gereksiniminin 0.17 mg±0.1 mg olduğunu ve 1-20 bolus (medyan 4 bolus) gerektiğini ortaya koymuştur. Titrasyonda VAS değeri ile zaman arasındaki ilişki sigmoid eğriye uymaktadır. İlk dozlarla VAS’ta önemli değişiklik olmazken, takip eden dozlarda bir eşik değere ulaşılmakta ve ağrı hızla 30 mm’in altındaki VAS değerlerine ulaşacak şekilde azalmaktadır. Bundan sonraki 60 mm’lik bir VAS değeri sadece bir tek bolus ile tedavi edilebilmektedir. Morfin titrasyonunda VAS/zaman ilişkisinin ve morfin farmakokinetiğinin bilinmesi önem taşımaktadır.

Morfine Bağlı İstenmeyen Etkiler

Hasta memnuniyeti ağrı tedavisine bağlı olmakla beraber POBÜ’deki genel konforla da yakından ilişkilidir.

Bulantı ve Kusma: Postoperatif bulantı kusma (POBK) %8-15 sıklıkla POBÜ’de görülen en sık yan etkidir. Hastanın hikayesi, anestezi, anestezikler ve cerrahi POBK riskinde öngörü sağlamaktadır. Spesifik olarak opioid dozu ile POBÜ’de görülen bulantı kusma sıklığı, şiddeti, bulantı süresi arasındaki ilişkiyi araştıran ayrıntılı çalışma yoktur. Benzer protokoller kullanılmasına rağmen acil ile POBÜ’deki POBK sıklığı değişmektedir.

Solunum Depresyonu: Morfine bağlı en ciddi istenmeyen etkidir. POBÜ’de hastalarda SpO2, solunum sayısı, sedasyon (basitleştirilmiş bir Ramsay skalası versiyonu kullanılabilir) bakılmakta ve kaydedilmektedir. Solunum depresyonu için pek çok farklı SpO2 sınırı (%85 ve altı-94) kullanılmıştır. POBÜ’de çoğu kez hastalar ek oksijen aldığından SpO2 %95 solunum depresyonu için olarak kabul edilip morfin titrasyonu sınırlandırılır. Solunum sayısı hipoventilasyon için daha duyarlı bir ölçüt olarak kabul edilmektedir. Morfin titrasyonunu durdurmak için güvenli sınır olarak çalışmalarda 10 veya 12 solunum/dak olarak kabul edilmektedir. Ciddi solunum depresyonunu (10 solunum/dak) bilinç düzeyinde bozulma ile birlikte ise nalokson ile antagonizasyon yapılarak solunumun 12’e ulaşması ve hastanın uyanması sağlanmalıdır. Ramsay skoru kullanılarak uygulanan titrasyon protokollerinde Ramsay 2 olduğunda morfinin kesilmesi halinde ciddi solunum depresyonu insidansı çok düşmektedir.

Sedasyon: Çoğu çalışmada sedasyon %60 sıklıkla bildirilmekte ve güvenlik açısından titrasyona ara verilmesine neden olmaktadır. Sedasyon ile morfin titrasyonu arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalar, nedenin ağrının tedavi edilmesine mi yoksa morfinin yan etkisine mi bağlı olduğunu açıklamaya çalışmaktadır. VAS ile ağrıyı, Ramsay skoru ve bispektral indeks ile sedasyon düzeyini inceleyen bir çalışma morfin titrasyonu sırasında uyuyan ve uyanık olan hastaları kıyaslamış, VAS’taki değişiklik gruplar arasında benzer bulunurken Ramsay skoru ve BİS uyuyan grupta belirgin şekilde farklı saptanmıştır. Uyuyan hastalarda VAS’ın hala 47 mm olduğu belirtilmiştir. Uyukladığı için morfin titrasyonu sonlandırılan hastaların %25’inde VAS’ın 50 mm ve üzeri olduğu, sadece hastaların %50’sinde yeterli ağrı tedavisi sağlandığı da belirtilmiştir. Ancak morfin aşırı dozundan kaçınmak için sedasyon gelişen hastalarda morfin kesilmelidir. Ramsay skoru 3 olup VAS skoru 30 mm’in üzerinde kalan hastalarda 24 saatlik ağrı skorlarının daha yüksek olduğu ve postoperatif gece uykusunun kötü olduğu bildirilmektedir. Bu vakalarda hasta memnuniyeti de daha az olmaktadır. Sedasyonun yeterli ağrı tedavisinin göstergesi olmadığı, dolayısı ile POBÜ’de multimodal analjezinin gerekliliği vurgulanmaktadır.

Sonuç olarak sınırları iyi düzenlenmiş protokollere göre morfin titre edilerek uygulandığında, erken postoperatif dönemde iyi ve oldukça güvenli bir ağrı tedavisi sağlamaktadır.

Postoperatif Analjezide Morfin Kullanımı-I

Morfin postoperatif analjezide sık başvurulan bir ajan. Ülkemiz şartlarında bakıldığında elimizdeki opioid seçenekleri arasında önemli bir yere sahip. Pek çok çalışmada postoperatif analjezi için seçilmiş olması kısa sürede iyi bir analjezi sağlaması ve hem anestezistin hem de hastanın beklentilerini karşılaması ile açıklanabilir. Bu analjeziği nasıl uygulayalım, hangi yoldan verelim, dozu nasıl ayarlayalım?

BJA bu yılın sayılarından birinde postoperatif morfin titrasyonuna yer verdi. Günlük pratiğimize yarar sağlayacağını düşünerek bu yazıdan alıntılar sunacağız:
Postoperatif dönemde ağrının kontrol altına alınması için geliştirilmiş multimodal stratejiler ve kanıta dayalı önerilere rağmen opioidlere genellikle gerek duyulmakta. Çoğu hastanın güçlü bir analjeziğe gerek duyduğu dikkate alınırsa morfin bu dönem için iyi bir ilaç seçeneği. Morfin non-selektif bir mü-reseptör agonisti olarak spinal korda direkt etkili.
Çalışmalar postoperatif ağrıda gerek plazma konsantrasyonu gerekse gereksinim açısından morfinin kişiden kişiye çok değişkenlik gösterdiğini ortaya koymakta. Erken postoperatif dönemde morfinin subkutan (sc) veya intramusküler (im) uygulanması uygun değil, zira analjezik etkinin ortaya çıkması zaman alıyor. İntravenöz (iv) uygulama ise tam biyoyararlanım ve yüksek ilaç konsantrasyonları sağlıyor. Sabit zaman aralıkları ile iv bolus dozların uygulanması ilaç birikimine neden olmakla beraber etkili terapötik konsantrasyonların elde edilmesi ile sonuçlanıyor. Dolayısı ile titrasyon için kullanılacak bir rejim hem aşırı hem de yetersiz dozları önlemeli.
Aslında morfin hızlı şekilde ağrı tedavisi sağlamak için en iyi seçim olmamakla beraber pek çok çalışmada postoperatif ağrı tedavisinde titre edilerek kullanıldığını görüyoruz. Buna karşılık lipofilik opioidlerin etkisi çok hızlı başlamakla beraber etki süreleri kısa.
FARMAKOLOJİ
Hidrofilik bir molekül olan morfinin yarılanma ömrü ortalama 1.5 saat. Karaciğerde Faz II tipte bir metabolizmaya sahip; Hidrofilik olması nedeniyle santral sinir sistemine (SSS) geçişi plazmadan uzaklaşmasına paralel olmuyor. Kısa etkili hidrofobik opioidler (fentanil, alfentanil, sufentanil) sadece hızlı etki başlangıcının yanı sıra kısa etki süresine de sahipler, zira sahip ilaçlar etki yerinden diğer dokulara doğru hızla redistribüsyona uğradıklarından terapötik etki için gerekli plazma ve beyin konsantrasyon eşiğinin üzerinde kaldıkları süre çok kısıtlı. Plazmadan etki yerine ilacın transferi arası gecikme t1/2ke0 süresi (santralden etkinin olduğu kompartmana transfer yarı ömrü) ile tahmin edilir. Morfin için bu süre postoperatif hastalarda 1.7 saattir. Aynı süre alfentanilde 1, fentanilde ise 6 dakikadır. Bu nedenle etki kompartımanında tek doz iv uygulanan morfinin maksimum konsantrasyona ulaşması 20 dakika sürmektedir. Relatif etki süresi (etki kompartımanındaki maksimum miktarın %80’ine ulaşma) morfinde 1.5 saat civarında iken, bu süre alfentanilde 2, fentanilde 7 dakika olmaktadır. Relatif etki başlama süresi (etki kompartımanında maksimum konsantrasyonun %80’ine ulaşma süresi) tek iv dozdan sonra 5-6 dakika sürmektedir. Bu değerler hasta kontrollü analjezide morfin için programlanan kilitli kalma süresini de, titrasyonda ikinci dozun uygulanması için gerekli bekleme süresini de açıklamakta.
Morfinin metaboliti olan morfin-6 glukronit morfinden hem 1-8 kat daha güçlü, hem de elimşnasyon yarı ömrü daha uzun. Bu molekülün t1/2ke0 süresi 3-8 saat, yani etkisi geç başlıyor. Postoperatif dönemde pek görülmeyen geç solunum depresyonu, bu metabolitin birikimine bağlı olarak böbrek yetersizliği olan hastalarda ortaya çıkabiliyor.
Muhtemelen genetik polimorfizme bağlı olarak metabolizmada, kan-beyin bariyerini geçiş ve mü-reseptörüne bağlanmasında veya hastanın intrensek ağrı duyarlılığına bağlı olarak, postoperatif morfin gereksinimi kişiler arasında büyük değişkenlikler gösteriyor. Örneğin bir çalışmada ağrıyı başlangıçtaki şiddetinin yarısına indirebilmek için hastalara uygulanması gereken morfin dozunda %300’lük bir variyabilite gösterilmiş durumda. Dolayısı ile aslında en önemli faktör hastanın ağrı duyarlılığı. Dolayısı ile morfin dozu kişiye göre titre edilmeli. Analjezi ve sedasyona neden olan faktörleri ortaya koymaya yönelik bir çalışmada analjezi için morfinin ED50 miktarı diğer benzeri çalışmalarla uyumlu olarak 10.2 mg olarak bulunmuş. ED50 miktarını azaltan faktörler postoperatif bakım ünitesine girişteki ağrı şiddeti (VAS değeri), uyanma ile titrasyonun ilk dozunun uygulanması arası geçen sürenin kısa olması, non-steroid antiinflamatuar ilaçların verilmesi olarak belirlenmiş. Sedasyon için ED50 değeri 15 mg, hastaların %90’ından fazlasında sedasyon yapan dozu ise 20 mg olarak bulunmuş. Orta derecede ağrısı olan hastaların morfin gereksinimi ise şiddetli ağrısı olanlara oranla 1.5 daha az. Ayrıca simulasyonla elde edilen sonuçlara göre şiddetli ağrısı olan hastalarda, başlangıçta VAS’a bakılarak yapılan morfin titrasyonunda boluslar arası sürenin kısaltılmasından çok, daha yüksek bolus dozlarının uygun olacağı ortaya konmuş durumda. Ancak titre edilen bolus dozlarının artması güvenliği azaltıp, yan etkileri arttırabilir. Hastane öncesi bakım ve postoperatif bakım ünitesinde yükleme dozu kavramının analjeziyi iyileştirip, ağrı tedavisi için gerekli süreyi kısaltacağı düşünülse de, yükleme dozunun fazla gelip doza bağlı yan etkilere yol açacağı dikkate alınmalıdır. Nitekim intraoperatif 0.15 mg/kg morfinin orta şiddette ağrıya neden olan cerrahi vakalarda ağrı şiddetini biraz azalttığı, ama ağrının giderilmesi için gerekli süreyi veya 24 saatlik toplam tüketimi azaltmadığı, yan etkileri arttırdığı bildirilmiş.
Postoperatif ağrı yönetimin de iv opioid titrasyonu hastanın gereksinimlerini hızla karşılamanın yanı sıra, aşırı doz riskini azaltmalıdır. Optimal rejim hızlı ağrı kontrolü için fentanil gibi liposolubl bir ilaçla beraber uzun süreli etki için morfinin uygulanması olabilir. Ancak kar-zarar oranı açısından bu uygulamalar tartışmalıdır. Titrasyon protokolü morfin uygulanmasını gerektiren bir eşik ağrı skorunu, boluslar arası süreyi, total morfin limitini ve titrasyonu durdurma kriterlerini içermelidir.
Yazının devamında postoperatif analjezide morfin kullanımının ayrıntılarına değineceğiz.

Dura Ponksiyonuna Bağlı Başağrısı ve Prevantif Yöntemler

Postdural ponksiyon başağrısı (PDPB), diagnostik lomber ponksiyon, spinal anestezi ve epidural anestezi sırasında istenmeden yapılan dura ponksiyonu sonucu ortaya çıkmaktadır. Özellikle obstetrik hastada önemli bir morbidite nedenidir. Başağrısının şiddetine bağlı olarak anne yenidoğan bebeğine ve kendine yeterli zaman ayıramaz. Bu durum aynı zamanda anne ve bebeği için hastanede kalış süresini uzatarak sağlık harcamalarının artışına neden olur.
Birçok ankette epidural kateter takılması sonrası istenmeyen dural ponksiyon oranı değerlendirilmiş ve % 0,19-3,6 arası değişen sıklık oranları kaydedilmiştir. İstenmeyen dural ponksiyon oluşan hastaların %50’den fazlasında PDPB gözlenir. İngiltere’de iki haftada 6300 obstetrik epidural blok yapıldığı, bunun yıllık yaklaşık 161550 epidural blok anlamına geldiği düşünüldüğünde, düşük bir tahminle bile bu sayılardan yola çıkarak her yıl sadece İngiltere’de 800 şiddetli PDPB vakası ortaya çıkmaktadır.
PDPB bilateral, ayakta şiddetlenirken, supin pozisyonda azalan, frontooksipital yayılım gösteren, zonklayıcı tarzda olmayan başağrıs olarak tanımlanır. Genellikle 24 saat içinde gelişse de, takip eden 7 gün içinde de ortaya çılabilir. Bulantı, kusma, görme ve işitme bozuklukları yandaş semptomlar olarak görülebilir. PDPH’nın en olası nedeni serebral venöz dilatasyondur. Dilatasyonun, geniş çaplı epidural iğnenin durada oluşturduğu delikten BOS kaybına, dolayısı ile BOS basıncında düşmeye bağlı olduğu kabul edilmektedir.
Hidrasyon ve yatak istirahati gibi konservatif önlemlerin çok etkili olmadığı uzun zamandır bilinmektedir. Bu yüzden PPB önlemek için çeşitli invaziv stratejiler geliştirilmiştir. İngiltere’de yapılan bir çalışma istenmeyen dural ponksiyon sonrası ortaya çıkan başağrısı riskini azaltmak için en sık başvurulan invaziv profilaktik yöntemlerin uzun dönemli intratekal kateter yerleştirme (%15) ve epidural serum fizyolojik bolusu (%13) olduğunu, en az kullanılanın profilaktik kan yaması (epidural blood patch, %1-2) olduğu ortaya çıkarmıştır. Amerika’da anestezistler arasında yapılan bir çalışmada ise profilaksi olarak %19 intratekal kateter yerleştirildiğini, %12-25 epidural serum fizyolojik kullanıldığını ve %10-31’inin epidural kan yaması uyguladığını göstermiştir.
Farklı sonuçlar nedeniyle hangi proflaktik yöntemin en etkili olduğu konusunda karar birliği yoktur. Gerçekten de pek az kurumun aksidental dural ponksiyonun tedavisi için oluşturulmuş yazılı protokolü bulunmaktadır.

Yakın tarihte Apfel ve ark. kanıta dayalı öneriler ortaya koymayı amaçlayarak bir sistematik derleme ve meta analiz yapmışlardır. Bunun için epidural yapılırken istenmeyen dura ponksiyonu oluşmuş, PDPB için invazif profilaktik bir önlem uygulanmış ve PDPB insidansı bildirilmiş çalışmaları incelemişler. Literatürde kriterlere uygun 29 çalışma bulunmuş olmakla beraber kontrol grubu olmayan 12 tanesini incelemeye almamışlardır. Analiz edilen 17 çalışma (toplam 1264 hasta) 5 farklı profilaktik uygulamayı değerlendirmiştir:
1 çalışmada epidural morfin,
9 çalışmada profilaktik epidural kan yaması,
3 çalışmada epidural serum fizyolojik,
1 çalışmada intratekal serum fizyolojik
6 çalışmada intratekal katater yerleştirilmesinin PDPB’a etkisi incelenmiştir.

Epidural Morfin
Epidural morfin uygulanan 1 randomize kontrollü çalışmada, anestezi sonra 3 mg ve ertesi gün de 3 mg olmak üzere epidural morfin kullanılmış. Uygulama PDPB insidansını %48’den (12/25) %12’e (3/25)’e düşürmüş. Fark istatistiksel anlamlı bulunmuş. Solunum depresyonu görülmemiş, fakat morfin grubunda bulantı sayıca daha sık ortaya çıkmış. Hasta sayısı bu yöntemin kar/zarar oranı konusunda fikir veremeyecek kadar düşüktür.

Profilaktik Epidural Kan Yaması (PEKY)
Randomize kontrollü çalışma olmayan 5 çalışmada PEKY’nın PDPB insidansını istatistiksel ciddi oranda düşürdüğü saptanmış. Diğer 4 randomize kontrollü çalışmanın sonuçları toplu ele alındığında istatistiksel fark ortaya konamamış. İlk 5 çalışmada 5-20 ml, diğer 4 çalışmada ise 15-20 ml kan kullanılmış olması, yani çalışmaların heterojen olması dikkate alınmalıdır denilmekte.
Kan yaması için 7.5-30 ml kan kullanılmaktadır. Metaanalize alınan çalışmalarda is 5-20 ml kullanılmıştır. Bu metodun PDPB’nı önleme mekanizması verilen kanın oluşturduğu koagulum ile duradaki deliği tıkaması olarak düşünülmektedir. Hem bu metaanalize alınan çalışmaların sonuçları hem de bir Cochrane derlemesinin sonuçları metodun başarısı ile ilgili çok çelişkili sonuçlar vermektedir. Ancak Cochrane derlemesinin kalın epidural iğnelere bağlı PDPB konusuna odaklanmamış olduğu dikkate alınmalıdır. Kan yamasının zamanlaması ile ilgili sonuçlarda da değişkenlik vardır. Eski bir çalışmada ilk 24 saat içinde yapıldığında sonucun başarısız olduğu, dura ponksiyonundan sonra 24 saatten fazla beklenerek yapılan kan yamasının başarı şansının daha yüksek olduğu sonucu bildirilmiştir. Gene bir başka çalışmada 4 gün içinde yapıldığında başarı şansının düşük olduğu, ilk 2 gün içinde yapıldığında sonucun daha iyi olduğu da bildirilmektedir. Bu sonuçlar da dikkate alındığında kan yamasının etkinliği düşük olarak değerlendirilmiştir.

İntratekal Kateterler
Girişim sırasında kateterin dura deliğinden içeri itilip intratekal kateter gibi kullanıldığı çalışmalarda, kateter aynı gün çekilirse PDPB insidansı düşmemektedir. Kateterin en az 24 saat yerinde bırakıldığı 2 çalışmada PDPB’nın ciddi şekilde azaldığı bildirilmiştir. Fakat daha geniş çaplı 1 araştırma herhangi bir koruyucu etki göstermediğini ortaya çıkarmıştır. Çalışmalar çok heterojen olmakla beraber bu yöntemin koruyucu etkisi istatistiksel olarak gösterilememiştir.
İntratekal kateterlerin PDPB’ı nasıl önlediğine dair değişik fikirler vardır. Bir hipotez geniş ağızlı intratekal kateterin dural yırtığı kapatarak subaraknoid boşluktan BOS akışını yavaşlatarak veya durdurarak intratekal hacmi sağladığıdır.Diğer bir ihtimalde kedilerde en az 5 gün kateter takılı kaldığında spinal kord içerisinde inflamatuar cevap alındığını gösteren patolojik bulgulardan yola çıkmıştır. Uzun süren spinal anestezi sonrasında düşük PDPB sıklığının, ponksiyon bölgesini çevreleyen duramaterdeki enflamatuar reaksiyonun deliğin kapanmasını hızlandırabileceğine ve BOS akışını önleyebileceğine bağlanmıştır. Çalışmalardan birinde sadece 5 saat takılı kalan bir kateterin olması, düşük PDPB sıklığının enflamasyon teorisi ile mi yoksa cerrahinin şekliyle mi açıklanacağı konusunu karmaşık hale getirmiştir. Örneğin BOS akışında ortopedik ve obstetrik vakalar karşılaştırıldığında obstetrik vakalarda BOS akışının obstetrikte daha fazla olduğu görülür. Kateterin <24 saat bırakıldığı ve doğumu takiben hemen çıkarıldığı kateter gruplarındaki PDPB riskinde önemli bir düşüş saptanamamıştır. Uzun dönem kateterleri inceleyen araştırmalarda en az 24 saat kateter takılı kaldığında PDPH düşüşünün çok ciddi oranda olduğu görülmüştür. Bunun tam tersini gösteren çalışma da vardır. Sonuçların heterojenitesine bakılırsa uzun dönem intratekal kateter hastaya faydalı bir tedavi opsiyonu olarak görülebilse de kesin olarak önerilmesi için direkt veya dolaylı yeterli bir kanıt bulunmamaktadır.

Serum Fizyolojik (SF)
Profilaktik epidural SF uygulanan 3 çalışma istatistiksel anlamlılık saptayamamıştır.10 ml intratekal SF uygulanan 1 çalışmada da fark saptanamamıştır.
Epidural aralığa SF enjeksiyonunun basıncı arttırarak epidural alana BOS sızmasını azalttığı, bu sayede de deliğin fibrin tıkacı ile tıkanmasına imkan verdiği düşünülmektedir. Bu konuda az çalışma olması, metotların çok farklılık göstermesi nedeniyle olumlu sonuç ortaya konamamıştır. İntratekal SF enjeksiyonu yapılan çalışma ise randomize değildir. Buradaki hipotez ise artmış BOS basıncının ponksiyon yerinde dura ve araknoidin yakınlaşmasına neden olduğu ve deliği kapayarak BOS kaybını önlediği şeklindedir. Epidural veya intratekal SF uygulamasının etkinliği ile ilgili kesin sonuçlar söylemek mümkün değildir.
Apfel ve ark. analiz sonuçlarını detaylı olarak tartışmışlar ve yaptıkları metaanalizin zayıf tarafları olduğunu bildirmişlerdir. İstenmeyen dural ponksiyonun ender bir komplikasyon olması, randomize çalışmaların kontrolünün zorluğu dikkate alınmalıdır.
Araştırılan uygulamaların çoğu PDPB’nın profilaksisinde az da olsa etki göstermiştir. En iyi sonuç tek randomize kontrollü çalışmaya dayanan epidural morfin uygulamasında elde edilmiştir. İntratekal kateter yerleştirmek veya kateteri çekmeden önce PEYK uygulaması en iyi kar/zarar oranına sahip görünmektedir. Ancak çalışma sonuçları heterojendir. Ayrıca istatistiksel analiz yayınlarda taraflılık olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, çok merkezli, randomize kontrollü bir çalışma ile bir yöntemin diğerine üstünlüğü net olarak ortaya konamadan klinik olarak bir öneri yapılamayacağı sonucuna varılmıştır.
İpek Küseyrioğlu

Yenidoğanda Analjezi-2

Morfin:

 

Morfin en sık kullanılan opioidlerden biridir. Hem hemşire kontrollü analjezi, hem de sürekli infüzyon olarak verilebilir. Hatta morfin infüzyonları  yenidoğanların yoğunbakım ünitelerinde mekanik ventilasyon altında sedasyonunu sağlamak için tek başına kullanılmaktadır. Yenidoğanlarda gereken morfin miktarı nispeten azalmıştır; bunun nedenleri şu şekilde sıralanabilir:

1.    Yenidoğanda kan-beyin bariyeri henüz tam olgunlaşmamıştır.

2.    proteine bağlanma daha az olduğundan (büyük çocukta %28’e karşın yenidoğanda %50) serbest ilaç miktarı daha fazladır.

3.     azalmış renal atılım ve olgunlaşmamış hepatik metabolizma nedeniyle ilaç etkinlik süresi uzamıştır.

Morfin karaciğer tarafından inaktif morfin-3-glukurunide ve aktif morfin-6-glukuronide dönüştürülür. Yeni doğanlarda morfinin %20’si değişmeden böbreklerce atılır. Her ne kadar yenidoğanların opioid kullanımı ile apneye daha yatkın olduğu düşünülse de, henüz bu yaygın fikri destekleyen ve farklı yaş gruplarında, eşdeğer plazma konsantrasyonlarıyla morfinin meydana getirdiği solunum depresyonunu karşılaştıran bir çalışma bulunmamaktadır. Solunum depresyonu genelde plazma konsantrasyonu 20 mikrogram/litre altında ise pek gözlenmemektedir. Hayatın özellikle ilk 12 haftasında sık morfin maruziyeti, opioid metabolizmasını hızla olgunlaştırır ve dozların arttırılmasına neden olabilir. Doz mutlaka cevaba göre titre edilmelidir, ancak bazen yeterli analjezi için plazma konsantrasyon değerleri 125 mikrogram/litreyi bulabilir. Aşağıdaki tabloda morfin tek bolus ve hemşire kontrollü analjezi için gereken intravenöz dozlar verilmektedir.

 

 Opioidlerle en sık gözlenen istenmeyen etkileri (kaşıntı, kusma, sedasyon ve solunum depresyonu) yenidoğanlarda bu ilaçların kullanılması sırasında apne monitörü, EKG ve puls oksimetre gibi ileri monitörizasyonları gerekli kılar. Fentanil, alfentanil veya remifentanil gibi diğer opioidler yenidoğanda  yoğun bakımda sedasyon dışı pek kullanılmazlar.

 

Ketamin:

 

Yenidoğanda ketamin, medulla spinalisteki NMDA reseptörlerinde analjezik  etkisi nedeniyle analjezi amaçlı kullanılabilir. Ancak hayvan çalışmalarında (sıçanlarda normal klinikte kullanılan dozların çok üstünde kullanıldığında) gelişen beyin için nörotoksik olabileceği gösterildiğinden, uzun dönemli etkileri iyice araştırılana kadar pek tercih edilmemektedir.

 

Lokal Analjezik Teknikler:

 

Neonatal analjezide multimodal yaklaşımın bir parçası lokal anestezik(LA) uygulamalarıdır. Sadece LA ile basit yara yeri infiltrasyonu bile etkindir ve bu yolla opioid kullanımı ve opioid istenmeyen etkilerini azaltmak mümkündür. Bu tekniklerin pek çoğunda, anestezi altındaki yenidoğana ameliyathane koşullarında tek doz LA verilmektedir. Bu şekilde sürekli infüzyonun meydana getirebileceği amid LA toksisite riski azaltılmaktadır. Yenidoğanlar amid LA’lere karşı erişkinlere kıyasla farklı davranırlar ve toksisite işaretleri gözden kaçırılabilir. Örneğin erişkinlerde LA toksisitesinin ilk işareti kalp durması olabilirken, yenidoğanlarda konvülzyon, aritmi ve solunum arresti daha sık gözlenir. Yine yenidoğandaki farmakokinetik değişiklikler, LA dozlarını ve tedavinin süresini etkiler.  Tek doz sonrası geniş dağılım hacmi plazma tepe konsantrasyonlarının daha düşük olmasını sağlar, ancak infüzyon yapılması halinde bu tepe konsantrasyon artar. Bunları düşünerek yenidoğanlardaki LA ilk dozları erişkinlere kıyasla azaltılmalıdır. Yine aşağıdaki tabloda LA’lerin tek doz ve sürekli infüzyon için kullanılabilecek maksimum dozları verilmiştir.

 

Pek çok periferik sinire, basit tek doz blokaj için kolaylıkla erişilebilir ve güvenilir şekilde bloke edilebilir. Bu basit blokların arasında penil, lilioinguinal, ve rektus kılıf blokları sıralanabilir. Yine yakın dönemde ultrason teknolojilerindeki ilerlemelerle, nörovasküler yapıların görülmesi ve transvers abdominal plan bloklarının yapılması kolaylaşmıştır. Ultrason aynı zamanda süt çocuklarında kaudal ve epidural aralığı görmek ve derinliğin doğru şekilde ölçülmesini sağlamak için de kullanılmaktadır. Bunun dışında yine ultrason altında kateter ucu gözlenebilir ve böylece kateterin istenen spinal seviyeye yerleştirilmesi sağlanabilir. Dahası LA enjeksiyonu sırasında dura materdeki anatomik yer değiştirme, kateterin yerinin doğrulanmasını sağlar.

 

Kaudal epidural anestezi yenidoğanlarda en çok tercih edilen santral nöroaksiyel bloktur ve tek doz yada kateter tekniği kullanılabilir. Tek doz enjeksiyonu yenidoğanda T10 altındaki dermatomların tutulmasını güvenilir şekilde sağlar. Başarısızlık oranları nispeten düşüktür ve blok için gerekli anatomik noktalar kolaylıkla tanınabilir. Her ne kadar kaudal anestezi de daha büyük çocuklarda preservatif içermeyen ketamin ve klonidin gibi ek maddeler kullanılsa da, yenidoğanda bunların kullanımı önerilmemektedir (olası nörotoksisite?). Yine bu kaudal bloklara yenidoğanda solunum depresyonu yapabileceği korkusuyla opioid rutin olarak eklenmemektedir. İnfant döneminde giriş noktası sakral hiatus olan bir kateteri torasik veya epidural lomber bölgeye yönlendirmek mümkündür. Bu durumda kullanılan daha geniş kateterler ayrıca kateter tıkanması olasılığını azaltır. Yalnız giriş noktasının aşağıda olması nedeniyle fekal kirlenme ve buna bağlı epidural enfeksiyon olasılığı göz ardı edilmemelidir. Vasküler enjeksiyon, hematom, enfeksiyon gibi ciddi komplikasyonlar ender görülürken; bacakta kuvvet kaybı veya üriner retansiyon gibi komplikasyonlara sık rastlanır.

 

Yenidoğanda torasik ve lomber epidural kateter yerleştirilmesi ise, 20 veya 19G Tuohy iğne gibi daha küçük kateter setlerinin kullanılması ile mümkündür. Çocuklarda epidural kateter olası hareketlerden kaçınmak amacıyla anestezi altında iken yerleştirilir. Epidural boşluğun derinliği yaşla pek değişmez ve yenidoğanlarda 3 ila 12 mm arasında olduğu bildirilmektedir. Venöz hava embolisi ve yamalı bloktan kaçınmak için epidural boşluğun tanınması için hava yerine serum fizyolojik kullanılması önerilir.

 Spinal anestezi ise özellikle son yıllarda konsepsiyon yaşı 60 haftanın altında yenidoğanlarda genel anesteziye eşlik eden postoperatif apne ihtimalinden kaçınmak için tercih edilmektedir. Bu durumda yenidoğan oturur pozisyona alındıktan ve havayolunun açıklığı sağlandıktan sonra posterior iliak kanatları birleştiren ve L4-5 seviyesinden geçen hatta spinal blok gerçekleştirilir. İngiltere’de intratekal olarak %0.5 bupivakain (hiper- yada izobarik) çözeltisi 0.8 mg/kg dozunda verilmektedir. Bu doza 1:200 000 konsantrasyonunda epinefrin eklenmesi blok süresini %35 uzatabilir. Yenidoğan spinal bloklarında diğer adjuvan ilaçlar önerilmemektedir.

 

İlaç ve yol

Doz

Aralık

Süre

Morfin

          İv bolus

 

          Hemşire kontrollü analjezi

 

25-50 mikrogr/kg

 

4-6 saat

Günlük değerlendir

20 mL %0.9 NaCl çözeltisi içinde 0.2 mg/kg morfin yerleştirilir;

bazal infüzyon 0.5 ml/st, bolus 0.5 ml, kilitli kalma süresi 60 dak olarak ayarlanır

Bupivakain/

Levobupivakain/

Ropivakain

Maksimum 2 mg/kg

Tek doz enjeksiyon

 

Bupivakain/

Levobupivakain/

Ropivakain

0.2 mg/kg/st

Sürekli infüzyon

En fazla 48 saat